Hoş geldiniz!

Bir kalbi sevindirmek, bu dünyaya bırakabilecek en güzel hediyedir.

28 Haziran 2019 Cuma

, , , , , , , , , , , , , , , ,

Heroes's Holiday

ÖZET: Tristian Mclean Piper ve arkadaşlarını bir hafta tatil yapsınlar diye bir yazlığa göndermiştir.Tabi,canavarlar onları tatilde bile rahat bırakmamıştır

YARIM KALAN HİKAYE

---

-Percy-
Harika.Her şeyi kısaca böyle anlatabilirim.Gaia ve olayları sona erdi,biz Tartarus'tan çıktık(Uzun hikaye),Romalılar ve Yunanlılar neredeyse 'kanka' denecek kadar yakın arkadaş oldular.Sonra bazı Romalılar Melez Kampı'na bazı Yunanlılar da Jüpiter Kampı'na taşınmaya karar verdi.Tabi biz Melez Kampı'nda evimizde kalmaya karar verdik.En azından şimdilik.
Annabethle hayatımız muhteşem gidiyor.Her gün beraber geziyoruz,kılıç talimleri yapıyoruz,yürüyüşlere çıkıyoruz,sahilde oturuyoruz ve daha bir çok şey yapıyoruz.Evet,henüz kimse bizi ayırmadı,ya da bize saldırmadı.Üstelik neredeyse tam bir yıl oluyor.Cidden.Bir yılda neredeyse hiç canavar saldırısına uğramadık.Yani bizi Gaia'dan da kötü bir şey bekliyor.Buna 100 drahmisine iddasına girerim.Kimler var?Aman neyse.Annabeth bahis oynadığımı ve oynattığımı duyarsa kesin beni öldürür.Ben daha çok gencim,yaşamaya hakkım var!Bu yüzden si siz olun sevgiliniz Annabethse asla bahis oynamayın.
"Of Percy!Çok korkaksın.Sadece bir balon."Annabeth omuz silkti.Sorun şu:Annabeth birlikte balona binmemizi istiyor!Benim,Poseidon çocuğu benim Zeus bölgesine çıkmamı istiyor!?.Tamam,Annabeth de artık kafayı yedi.
"Annabeth orası Zeus'un bölgesi."Annabeth gözlerini devirdi.
"Percy sadece beş metre yükseleceğiz!Ya bu küçük bir balon.Kısmen onun bölgesi sayılmıyor bile."Gökyüzünde bir şimşek çaktı."Sayılsa bile pek zarar geleceğini zannetmiyorum."Sanırım Zeus tarafından pişmiş ete dönsem de Annabeth'in teklifini kabul etmek zorundayım.Eyvah ki ne eyvah.
"Tamam Annabeth.Ama burası bitsin,ben de seni Örümcek Müzesi'ne götüreceğim.Haberin olsun diye söylüyorum."Annabeth'in yüzünde dehşet bir ifade vardı.Resmen damarına basmıştım.
"Ama bu haksızlık!Benimki sadece on beş dakika sürüyor.Orada her yer...Ööğğ!"Annabeth yüzünü ekşitti.Örümceklerden ölesiye korkuyordu.
"Ama onlar ölü.Yoksa ölü örümceklerden mi korkuyorsun?"Annabeth sinirlenmişti.Ayağa kalktı.Sanırım örümcekler konusunda biraz fazla ileri gitmiştim.Zaten Arakne...Neyse boşverin.
Annabeth ilerlemeden koluna yapıştım.Sinirle bana döndü.
"Özür dilerim Annabeth.Saçmaladım."dedim sakince.
"Evet Percy Jackson.Dünyadaki en şapşal insan olarak saçmaladın!"Annabeth hızla arkasını döndü.Şapşal olabilirdim ama aptal değildim.
Gidip Annabeth'i kolundan yakalayıp ters çevirdim.Muhtemelen bu kolunu acıtmıştı.Fakat bu acıyı şuanda pek önemsiyormuş gibi gözükmüyordu.
Yavaşça kafasını çekti.Hala sinirli bir ifadesi vardı.
"Niye daha önce yapmadın?"Tamam,cidden Annabeth de kafayı yemişti.Evet!Bütün Melez kampı olarak kafayı yemiştik.Galiba canavarları özlüyorduk.Ki bu sözü söylediğime çok pişman olacaktım.
Annabeth elleriyle boynumu o kadar sıkı tutuyordu ki resmen nefes alamıyordum.Annabeth dudaklarını çekse ve tekrardan konuşabilecek bir hale gelsem söyleyecektim de galiba beni öldürmeye karar vermişti.Olsun,ölümüm Annabeth'ten olacaksa daha iyi.
Annabeth yavaşça ellerini gevşetti.Sakinlemişti.Beni daha yavaş öpüyordu.Yavaşça dudaklarını çekti.Kafasını göğsüme yaslayıp sıkıca sarıldı.
"Sen şapşal değilsin!Sen benim Yosun Kafa'msın o kadar."Annabeth'in sesi acıklı gelmişti.Ben de ona sarıldım.
"Sen de korkak değilsin.Örümceklerle ilgili sorununun üzerine bu kadar gelmemeliydim.Özür dilerim."Annabeth kafasını kaldırıp bana baktı.
"Uyarımı unutmadın,değil mi?"diye sordu Annabeth.Sırıttım,hala betona düştüğümdeki acıyı unutmamıştım.Tabi,o acı ardından gelen muhteşem öpüşmenün binde biri kadardı ama olsun.Gene de hafızamın bir kenarında uyku modunda beni bekliyordu.
"Henüz seni bırakmadığıma göre sözümü tutuyorum demektir.Bırakmaya da niyetim yok.O yüzden sözümü tutuyor olacağım."Annabeth koluma girdi.
"Tamam sözünü tuttuduğun sürece sorun yok."İkimiz de sırıtıyorduk.Tabi sırıtmamızın da bir sonu vardı.
Eğer Annabeth beni çekmese Jason'un üstüne düşecektim.Tabi Annabeth dengesini sağlayamasaydı o da Piper'ın üstüne düşecekti.
"Merhaba."dedi Piper.Yüz ifadesi cidden çok acayipti.Hem heyecanlı hem de endişeli gibiydi.Tabi merak ve sevinç/üzüntü karışımı duygular da Piper'ın yüzüne yansıyordu.
"Merhaba Piper.Bir sorun mu var?"diye sordu Annabeth.Piper ve Jason birbirine baktı.Piper tekrardan bize bakarak söze başladı:
"Babam benim sürekli çalışıp okulda uşraştığımı düşünüyormuş.Bu yüzden bir tatile hak ettiğime karar vermiş.Tatil için bir yazlık ayarlamış." Annabeth gülümsedi.
"Bu harika Piper.Fakat bunun bizimle ne alakası var?"Piper elindeki yüzükle oynarken bir yandan da dudağını ıssırıyordu.En sonunda derin bir nefes aldı ve tekrar sözüne başladı:
"Sorun şu Annabeth.Babam sizi de davet etti.Ve hiçbir mazeret kabul etmiyor."Annabeth heecanlanmıştı.Ama bana merakla bakmadan edemedi.
"Ne zaman gidiyoruz peki?"diye sordu Annabeth.
"Yarın sabah.Babam özel bir arabayla bizi alacakmış.Oradan da önce babamın yanına gideceğiz.Sizinle tanışmayı çok istiyor.Ardından da tekrar arabayla yazlığın olduğu yere gideceğiz."dedi Piper.O da iyice heyecanlanmıştı.Jason hafifce gülümsüyordu.Onun dışında duygularını pek belli etmiyordu.Acaba ben nasıl gözüküyordum?Kesin ya çok korkmuş gibi. Ya da aşırı derece de salak duruyorumdur.Çünkü tek hissettiğim üstümdeki salaklık hissi.Annabeth bana bakıyordu.Çok istekli gözüküyordu.Fakat bala benim ne diyeceğimi merak ediyordu.Jason ve Piper da bana bakıyordu.Galiba benden bir şey söylememi bekliyorlardı.
"Eeooğğııı.şey.Tamam?"cidden saçmalamıştım.Piper ve Annabeth gergin bir şekilde güldüler.Saçmaladım tama da gülmeyeydiniz?
"Ee o zaman biz hazırlanmak için kulübelerimize dönüyoruz.Akşam yemeğinde görüşürüz."Annabethle el sallayarak gitmelerini seyrettik.Annabeth heyecanla bana sarıldı.
"İlk tatilimize çıkıyoruz."
"Evet.Ve başımızda ebeveynlerimiz olmadan."Annabeth tekrardan sıkıca sarıldı.
"Birlikte farklı bir yerde başbaşa.Muhteşem.Her neyse ben de hazırlanmaya gidiyorum.Hazırlığım bitince başındayım bilesin.Hemen git valizini hazırla.Sonra Kheiron'la konuşmalıyız.Hadi!"Annabeth beni öpüp Athena kulübesine doğru koşmaya başladı.Ben ise...Öyle ortada sap gibi kalmıştım.Annabeth beni im öyle durduğumu görünce beni ters çevirip Poseidon kulübesine doğru itip tekrardan Athena kulübesinin yolunu tuttu.Mecbur,artık kulübeme dönmemiz gerek.
••••••••••••
"Percy buranın hali ne böyle?!"Annabeth dehşetle Poseidon kulübesine baktı.
"Eeeğğ..Şey ben bugün biraz dağılmışım da."Annabeth gözlerini devirdi.
"Hadi valizini çıkar yerleştirmeye başla.Ben de şu eşyalaını bir toplayayım."
"Yo yo sen çıkar valizi ben toplarım."Annabeth tek kaşını kaldırdı.Bir şe söylemedi ama o korkunç yüz ifadesiyle valizi çıkarmak için dolabın köşesine gitti.Ben de hemen bulabildiğim kokuşmuş çorapları tıkanileceğim yerler aramaya başladım.Heh,ne zekiyim ama değil mi?Zaten...
"Percy Jackson.Hemen o çorapları kirli çantana koy.Hemen!Of ama ya.Eziyetti bu.Annabeth neden beni rahat bırakmıyordu.
Öh dedirten cinstendi ya.Tam bir buçuk saat.Annabeth beni yedi bitirdi.Ne gerek vardı bu kadar çok şeye?Oof.Tamam iç çamaşırı,mayo ve kıyafetleri anladım da.miktarı fazla.On tişört vardı bu çantada.En azından on beş değildi.
"Bay Jackson beni yormayı nereye kadar devam ettireceksiniz?"Çevik bir hareketle ayağa kalkıp Annabeth'i belinden yakaladım.
"Belki de Bayan Jackson olduğunda?"Annabeth utanarak başını eydi.
"Bayan Jackson olacağımdan emin misin?"diye sordu.Kaşlarımı çattım.
"Senden başkasıyla mutlu olamayacağıma eminim ben.Bu bir çocukluk aşkı değil Annabeth.Ben seni gerçekten seviyorum.Ve bu da geçiçi bir şey değil."Annabeh başını kaldırdı.Onu hiç böyle umutlu görmemiştim.
"O zaman Bayan Jackson olmamı bekle."Başımı salladım.Onunla bir hafta gerçekten güzel olacağa benziyordu.
''Ee cidden gidiyor muyuz?'' diye sordum. Bu cidden çok acayip olacaktı. Birlikte bir kaç hafta tatil yapacaktık. İstersek yanlız kalabilecektik. Sanırım Annabeth'le birlikte de uyuyabilirdim. Tabi Annabeth izin verirse.
''Evet öyle. Frank gelemiyor muymuş?''diye sordu Piper.
''Ne yazık ki hayır.''dedi Hazel. ''Aslında ben de gelmeyecek...''
''Saçmalama Hazel. Tabi ki geleceksin. Frank gelemiyorsa bir sebebi vardır. Keşke gelseydi, ama sen de tatil yapmalısın. Buna hakkın var.''dedi Piper. Hazelsa başını eydi. Piper kolunu Hazel'in beline sardı.
''Hazırsınız değil mi?Araba geldi. Aslında...''
''Aslında araba bir limuzin.''diye devam etti Jason. Leo ıslık çaldı.
''Bu yazlığı çok merak ettim açıkçası.''dedi Leo. Neredeyse herkesden 'Evet.' nidaları duyuldu.
''Eh hadi gidelim?' dedi Piper. Tamam die başımızı sallayıp valizlerimi çekiştirerek Melez Tepesi'ne doğru çıkmaya başladık. Annabeth'in elini tuttum, bu tatil güzel olacaktı. 
Tepeye vardığımızda bizi bembeyaz bir limuzin bekliyordu. Takım elbiseli bir adam limuzinden inip valizlerimizi almaya başladı.
''Selam Robert.'' dedi Piper.
''Merhabalar Bayan Mclean, gidiyor muyuz?''diye sordu Robert.
''Evet.''
''Pekala Bayan Mclean.''dedi Robert.
Limuzinin içi dışından daha ihtişamlıydı. Limuzinin bir başından diğer ucuna kadar giden bembeyaz bir L koltuk, tam karşısında dev ekran bir televizyon, diğer köşede mini yemek barları... Galiba tek kelimeyle harika denebiliyordu. Sırayla içeri geçtik. Biz yerlerimize oturduğumuzda Annabeth'e baktım. Dekorasyonu dikkatle inceliyordu.
''Birinci sınıf bir limuzin, ve kesinlikle harika.''
''Bu pek profesyonelce olmadı ama.'' Annabeth gözlerini devirdi. 
Tekrardan şehre dönmek harikaydı. Manhattan sokakları... Burayı seviyordum. Kesinlikle, fazlasıyla.
''Ee gittiğimiz yer nasıl bir yer?'' diye sordu Leo. Bunu daha önce de sormamış mıydı?! Piper gülümsedi.
''Ben de hiç gitmedim. Yani hep beraber göreceğiz.'' Leo dudak büzdü.
''Eğer yanlış bilmiyorsam bu karşımızdaki mini barın açılıp önümüze masa koyması gerek?'' Piper güldü.
''Evet öyle. Ama bir sorunu olmadığına eminim. Babamın limuzinin milyonlarça parçaya ayrılıp tekrar toplanmasını istemiyorum.'' Leo sırıttı.
''Kız kardeşimin sözünü dinlerim Prenses.'' Piper gülümseyip Leo'ya baktı. Ben de bir baktım da... Niye benim kardeşim olacak biri yoktu abi? Dur bir dakika! Tyson ne ya? Kiklop, aman kardeşim. Of gene saçmalıyorum. Konumuza dönelim.
Neredeyse şehir dışındaydık. Nereye gittiğimizi çok merak ediyordum, acaba modern bir ev miydi? Yoksa normal bir ev mi? Normal dediğim yani kulübeler teraslı evler felan. Ne kadar zaman geçmişti? Annabeth'e baktım. Başını omzuma koyup uyumuştu. Omzumun pek de rahat olmadığına emindim. Annabeth de bunu farketmiş olmalı ki kafasını sallayıp duruyordu. Omzumu çektiğimde başını göğsüme dayadı. Tekrar uyumaya devam etti. Çok tatlı görünüyordu. elimi belinden sarıp başımı başına koydum. O kadar savaş ve acıdan sonra bu tatil iyi gelecekti. Diğerlerine baktım. Leo elindeki bir kaç vidayla oynuyordu, Hazel dışarıyı izliyordu, Jason ve Piper da sessizce sohbet ediyorlardı. Piper da başını Jason'un omzuna koymuştu. Kısacası her şey gayet iyiydi. Ve bu kesinlikle yanlıştı. Hele de bizim gibi melezler için. Eh, bilmemiz lazımdı.
Araba durdu. Robert adındaki şöför inip kapıları açtı.
''Neden durduk Robert?'' diye sordu Piper. 
''Mola verdik efendim. Dağa çıkacağız. Yolda kalmak istemeyiz, benzin almalıyız.'' Piper başını sallayıp yanımıza döndü.
''Mola verdik. Marketten atıştırmalık bir şeyler almak ister misiniz?'' Annabeth başını kaldırıp Piper'a baktı. Sonra başını sallayıp ayağa kalktı. Ben de arkasından kalktım. Birlikte markete girdik. Annabeth marketten sakız, çikolata, gofret ve bol bol su aldı. Otomatik olarak hepsini de bana taşıttırdı. Birlikte tekrardan limuzine bindik. Annabeth suları herkese dağıttı sonra da kendisi bir tanesini içti. Suyunu bırakınca da çikolatasını aldı. Azar azar yerken kafasını tekrardan omzuma yatırdı. Bütün gece uyumamış mıydı bu kız?
''Ee? Yanlış duymadıysam dağa çıkıyoruz?'' dedi Annabeth. Piper başını salladı.
''Bir kaç gün orada kalacağız. Zaten sonra da gemiyle gezintiye çıkacağız. '' Leo da kendine bir şeyler almıştı. Çikolatasını yerken eliyle dikkat işareti yaptı.
''Aman bermuda şeytan üçgenine girip denizin dibini boylamayalım?'' Annabeth gözlerini devirdi.
''Leo, Percy burada ne duruyor?''
''Ben bir kere tatil yapmaya geldim, sizi kurtarmaya değil.''
''Yosun Kafa ben ondan bahsetmiyorum.'' Poşetten bir çikolata da ben alıp yemeye başladım.
''Eh, ama Percy'nin on elimi var? Hepimizi kurtaramaz. Kurtarsa kurtarsa. Hımm, seni kurtarır. Sonra...''
''Percy bitti Leo başladı. Percy'e Yosun Kafa diyordum. Sana da Vida Kafa mı diyeyim?'' Kaşlarımı çattım.
''Hey, bana Yosun Kafa dedikten sonra çıkmaya başlamadık mı biz?'' 
''Sorun yok Percy, artık sarışınları çok zeki ve güçlü buluyorum. Bu sebeple hiç tipim değil.'' 
''Piper, lütfen?'' dedi Annabeth. Ne lütfeni?
''İkiniz de kapayın çenenizi. Leo gel şuraya. Percy git otur ve çikolatanı dökme. Ayrıca yüzündeki çikolataları da sil. Ve yolculuk bitene kadar da saçmalayın. Tamam mı?'' Hemen Piper'ın dediklerini sırayla yapmaya başladım. Ama ben bunları yapmayı istemiyordum ki? Bir dakika. Aha, büyükonuş? Annabeth kahkaha atmaya başladı. Leo da Piper'ın dediğini yapmıştı.
''Teşekkürler, harikasın Piper!'' dedi Annabeth.
''Önemli değil, çok kolaydı.'' Karşılıklı gülüşürlerken gidip Annabeth'in yanına oturdum.
''Bu hiç adil değil Bilmiş Kız. Sonuçta...'' Annabeth yanağıma minicik bir öpücük kondurdu.
''Artık susar mısın Percy?'' Başımı salladım. Sanırım Annabeth'in öpücüğü Piper'ın büyükonuşundan bile etkiliydi.
Robert tekrardan arabaya binip kapıları kapattı. Yerlerimize oturduk. Tekrardan yolculuğumuz başladı.
Of. Ya niye herkesin midesi bulanıyor? Annabeth üstüme kustu kusacak. Piper büyükonuşla sakin olmalarını söylüyor da Annabeth'in onu duyduğumu var? Annabeth elimi sıkıca tutuyordu. Annamıyordum, niye sadece Jason'la benim midem bulanmıyordu? Annabeth şimdi de tişörtümü sıkmaya başlamıştı. Yahu birazdan tişörtümü yırttığında herkesin kaslarımı görmesini mi istiyordun? Yani, olacak şey değil.
Sonunda araba durdu. Bu sefer gelmiş olmalıydık. Yani gelmiş olmayı istiyorduk. Yani işte of, konuşturmayın beni.Robert kapıyı açtı ve herkes aşağı indi.
Manzara enfesti. Ev dört katlı bembeyaz bir... Çok modern ama klasik bir evdi. Yani tutturamamıştım. Dışarıdan gayet normal bir evi andırıyordu. Fakat girişi ve tepesi hiç de öyle olmadığını söylüyordu. Teker teker kapıdan içeri girerken herkesin ağzı açık kalmıştı. Robert anahtarı Piper'a verip arabaya döndü. Piper kapıyı açtı ve içeri girdik.
Salon en azından yirmi kişinin oturabileceği koltuklarla ve bir o kadar kişinin daha ayakta gezebileceği kadar genişti. Krem rengi koltuklar büyük bir düzenle yerleştirilmişti. Tam karşısına da kocaman bir televizyon konmuştu. Yan taraftan mutfak gözüküyordu. Mutfağın da içi oldukça modern gözüküyordu. Bembeyaz bir masa ve etrafında sekiz kişilik masası bizi kaldırabilecek durumdaydı.
''Bay Mclean'ı görmeye gidecektik? Kaliforniya'ya mı dönmüş?'' dedi Leo. Piper başını salladı.
''Acil işi çıkmış. Bize de sabah haber verdi. Söylemeyi unutmuşum size. Üst katta altı oda var. En üst katta iki, altı ve iki altında da ikişer tane oda var. İstediğinize yerleşebilirsiniz.
''En alt kat benimdir! Yanıma gelen gürültüye dayansın.'' diye bağırarak Leo üst kata çıktı. 
''Annabeth'le bizim odamız karşılıklı olsun. En üst katta biz kalalım. Olur mu?'' Piper başını salladı.
''O halde ortanca kat da bizim olsun.'' dedi Piper. Jason tamam der gibi başını salladı. 
''O halde Hazel ve Leo da en alt katta. Robert valizleri getiriyordu, siz odalarınıza geçin.'' dedi Piper. Merdivenlerden çıkıp en üst kata çıktık.
En üst kata vardığımızda ben ter su içinde kalmıştım. Annabeth'se aynı haliyle hiç yorulmamış bir şekilde gelmişti. Ben ilk odaya geçtim, Annabeth de karşısındakine.
Odalar... Vay be . İki kişilik bembeyaz yatak, krem rengi geniş bir dolap, bir çalışma masası, balkon, kendine özel banyosu ve televizyonu. İşte bu! Gidip balkona çıktım. Balkonun diğer çıkışı da Annabeth'in odasına açılıyordu. Bu iyiydi, istediğimiz zaman burada buluşabilirdik. Dolabımı açtım ve... bir dakika. Bunlar benim kıyafetim değil! Daha etiketleri bile çıkarılmamış. Vay be! Tam bedenim. Pantolonlar, şortlar, tişörtler. Sanırım koca valizi boşuna getirmiştik. 
O sırada kapım çalındı. ''gir.'' dedim. İçeri elinde valizlerle Robert girdi. Valizlerden birini bana bırakıp çıktı. 
Eşyaları dizmek ne kadar da iğrenç bir şeydi. Onu şuraya buraya. Of. Yerleştirmem saatlerimi alacaktı. Tabi, tekrardan kapım çalınmazsa. Bu sefer gelen Leo'ydu. Yüzünde şeytani bir gülümseme vardı.
''Hey Percy, en alt katta havuz varmış. Ben havuza cumburlop giriyorum. Sen de geliyor musun?'' Gülümsedim.
''Harika. '' sırıtıp kıyafetlerimin arasından şort mayomu bulup giydim. Üstüme de bir tişört geçirip valizimi dolaba koyup çıktım. Tam Annabeth'in kapısına vuracakken Annabeth öfkeyle dışarı çıktı.
''Piper!'' diye seslendi. elinde bir... bikini miydi o?! Piper da aşağıdan elinde bikiniyle geldi.
''Bu da ne? Bir mayo bulamadınız mı Piper?''
''Ben almadım! Lanet olsun ben bunu giymem!''
''Ben de .''
''Nedenmiş?'' ikisi de bana baktı.
''Her şeyin ortada. Kilondur, şeydir...''
''Saçmalamasanız? İkiniz de oldukça fitsiniz. Ben bunu bir erkek olarak görüyorum siz bir kız olarak fark edemediniz mi?'' İkisi de şaşkınlıkla bana baktılar.
''Jason!''diye seslendi Piper.'' Cidden fit miyim ben?'' Jason alt kattan bıkkınlıkla yukarı çıktı.
''Piper, sen bunlara takılmazdın. Hem bir model kadar zayıf olduğunu biliyorsun? Annabeth, o dediğin şeylerden ikinizde de yok.'' Jason gülümseyip aşağı indi. Oh be. Bu kızlarla uğraşmak ne zordu?
''İyi ee o zaman ben gidip bir bakayım. Ama Jason girebilecek mi?''
''Poseidon, eğer tatilde bile yok onun çocuğu bunun çocuğu yapıp kavga çıkarırsanız bu sefer karışmam bilesin. '' Su dolu bardak yere düştü.''Baba, ben ciddiyim!'' Bardak olduğu yere geri döndü.
''Eh, umarım kabul etmiştir.'' Piper umutla bana baktı. Bilmem dedim.
''İyi, Yosun kafa git ve havuza gir. Biz hazırlanınca geliriz.'' Başımı sallayıp aşağıya indim.
Devasa boyutlarda bir havuzla karşı karşıyaydık. En azından üç metreden derindi. Boyu neredeyse altı metreydi. Etrafında bir kaç şezlong(doğru yazmamış olabilirim.) ve yine mini bir bar vardı. Bir şezlonga tişörtümü atıp suya balıklama daldım. 
İşte bu. Harikaydı ya. Suyun altında ters dönüp kendimi havaya attım. Leo yanıma geldi.
''Bak dostum, burada yüzmeyeceksek ben de ondan istiyorum.'' Sırıttım.
''Tamam! Yeter. Ben suda nefes alamıyorum, unuttun mu?'' Suyu kesince Leo suyun dibine battı. Tekrar suyun yüzeğine çıktığında kıyıdaydı.
''Ben kaçtım. Leo Reyiz ölürse bu grupta şaka yapan kimse kalmaz. Adios Amigo!'' Leo havluya sarılıp medivenlerden çıkmaya başladı. Jason da onun zıttı olarak aşağı iniyordu. Yavaşça şezlongların oraya gidip şezlonga oturdu.
''Hadi ama. Yüzmeyi bilmiyor musun yoksa?'' 
''Hayır biliyorum ama Nept...''
''Merak etme, bir şey yapmayacak. Kesin konuştuk.'' Jason kaşlarını çattı. Sonra tişörtünü çıkarıp merdivenlerden suya girdi.
''Soğukmuş.''
''Öyle mi?'' Jason bana bakıp sırıttı. Yavaşça diğer tarafa doğru yüzmeye başladı. Ben de suyun altına girip oturmaya başladım. O sırada birisi omzuma vuruyordu. Su yüzeyine çıktığımda sanırım cennete düşmüştüm.
Annabeth üstünde bembeyaz bikinisi ve onun üstündeki bembeyaz tülüyle göz kamaştırıyordu. Öyle bir şoka girmiştim ki Annabeth suyana girene kadar Annabeth'in olduğu yere bakıp kalmıştım.
Annabeth yanıma doğru yüzüp elleriyle bana tutundu.
''Derinmiş. Dengemi kaybedersem beni tutarsın. değil mi?'' Gülümsedim.
''Tutmasam bile deniz tutar.'' Ellerini boynumdan doladı. İkimizin de ayakları yere basmıyordu. Fakat bu sadece Annabeth'e sorundu. Tabi ben olunca ona da sorun olmuyor. 
Annabeth yanağıma minicik bir öpücük kondurup geri çekildi. Dengesini sağlamak için tutunsa da arada suyun altına girmekten kaçamıyordu. Bir ara öyle dengesizce suyun altına girdi ki onun boğulduğunu zannettim. Hemen onu tutup suye yüzeyine çıkardım. Fakat çok sert çektiğim için az kalsın ben Annabeth'i boğuyordum. Annabeth'İ ters çevirip omzuma yatırdım. Sessizce kafasını yasladı. Ellerimle belinden tuttum.
''Harika.''
''Bence de.'' Piper'la Jason'a baktım. Piper hararetle bir şeyler anlatıyordu. Jason da onu dinliyordu. Yani her şey iyiydi. Hazel gelmemişti. Nedenini bilmiyorum ama Frank'in gelmemesi bana garip geliyordu. Tamam, Jüpiter Kampı'nda işleri gereğiyle kalması gerekiyordu. Fakat bu hiç de mantıklı gelmiyordu. Nedense.
Havuzda kaç saat geçirdik hatırlamıyordum ama Annabeth'in son yarım saatte omzumda uyuya kaldığına emindim. Gidip odalarımızda duşlarımızı alıp aşağı indik.(Duşlar gerçekten çok güzeldi.) Leo bize harika bir yemek hazırlamıştı. Biftek ve yanına vejetaryen burgeri. Masaya geçip yemeğe başladık . Annabeth'le beraber koltuğa geçip televizyonu açtık. Normalde televizyon izleyemeyeceğimizden burada tadını çıkarabilirdik. Şansımıza, haber kanalı açıldı.
Haber kanalında bir fırtınadan bahsediliyordu. Bir çok geminin battığı haberi vardı. Zeus ve Poseidon yine mi kavga ediyorlardı? Bıkmamışlar mıydı kavga etmekten? Sinirim bozulmuştu. 
''Ben yatıyorum millet! İyi geceler!'' dedi Leo esneyerek. Onu Hazel ve Piper da takip etti. Jason zaten odasındaydı. 
''Ben biraz havuza gireceğim. Sana iyi geceler.'' dedim Annabeth'e. Annabeth biraz bozulmuş gibiydi. Yavaşça koltuktan kalkıp merdivenlerden yukarı çıktı. Ben de odama çıkıp şortumu giydim. Sonuçta ıslanmıyordum ama insancıl davranmak hoşuma gidiyordu, galiba. 
Üstümü değiştirdiğimde aşağı indim. Havuz bomboştu. Yavaşça suya girip suyun altında kalmayı istedim. Yavaşça suyun altına girip yere oturdum. Burada düşünmeyi seviyordum. Eh sonuçta su benim evim gibiydi. Burada rahattım. Tabi gene Posedionla Zeus kavga etmezse. Ne sorunları vardı anlamıyordum. Hayatınız muhteşem ötesi ve gerçek dışı. Kavga edince inanılmaz mı oluyor yani? Zaten öyle de. Sanırım melez olmakla alakalıydı bu. Tanrılar istesin sen yardıma koş. oh ne harika. Başka emriniz? Oyuncak gibiydik ya. Annabeth burda olsa bunu düşünmememi söylerdi. Kafamı çıkarttım.
''Evet, öyle söylerdim Percy.'' korkuyla arkamı döndüm. Annabeth üstüne mayosunu giymiş havuzun dibinde dizlerinin üstünde oturmuştu.
''Annabeth? Sen uyumaya gitmemiş miydin?'' Gülümsedi.
''Madem tatile geldik. Başbaşa olabileceğimiz zamanları iyi değerlendirmek lazım.'' Üstündeki beyaz tülü çıkarıp suya girdi. 
''Bayağı soğukmuş.'' Gidip Annabeth'e sarıldım.
''Şimdi nasıl?''
''Daha iyi.'' Annabethle böyle anları seviyordum, başbaşa.
''Ee? Denize de gireceğiz değil mi? Koca gemiden aşağı atlarsam peşimden gelir misin?'' diye sordum. Sırıttı.
''Eğer Poseidon'un oğlu olmasaydın senden önce atlardım. Ama Poseidon'un oğlu olduğundan sorun yok.''
''Kendimi boğayım mı?''
''Ne?''
Annabeth'i bırakıp suyun altına girdim. Şey su, boğulabilir miyim? Hava, hava. Annabeth hala su yüzeyindeydi. Biz burada cidden boğuluyoruz. Boğuluyor gibi suda süzülmeye başladım. Annabeth hemen suya dalıp yanıma doğru geldi. Elleriyle beni çekiştiriyordu. Gözlerimi açıp sırıttım. Annabeth kaşlarını çattı. Bir dakika. Annabeth suda nefes alamaz ki! Annabeth yukarı çıkmak için boğuşurken onu tutup su yüzeyine çıkardım. Derin bir nefes aldı.
''Bu çok saçmaydı Percy!''
''İnandın ama.'' Kucağımdan çıkıp bana baktı.
''Hangimizin ki daha inandırıcı olucak sence?'' kaşlarımı çattım. Annabeth yüzmeyi bıraktı, suyun altına indi. Kahretsin! Nefesini bırakıp dibe doğru gidiyordu. Çıkamazdı ki? Suyun altına girdim. Annabeth hiç boğuşmamıştı, direk suda kendini bırakmıştı. Hemen onu alıp su yüzeyine çıktım. 
''Annabeth?'' diye seslendim. Annabeth gözlerini kırpıştırarak gözlerini açtı. Gidip bol bol su kustukdan sonra gülmeye başladı.
''Hangisi daha gerçekçiydi?'' Gidip Annabeth'i öptüm. Galiba Annabeth'i susturmanın tek yolu buydu.
''Ne zamandan beri benim gibi davranıyorsun?'' diye sordum.
''Eğlenmek ne zamandan beri Percyce?''
''Kendini suda boğdun.'' dedim kaşlarımı çatarken.
''Boğmadım, hem boğulamam ki? Bunun hilesini biliyorum Percy. Su yüzeyine sen çıkaracağından nefesim gayet yeterliydi. Hem böyle ters durduğunda sudaki oksijenden biraz da olsa nasibini alıyorsun. Yani inanan sen oldun.'' Annabeth kahkaka atmaya başladı. Böyle çok güzel gözüküyordu. 
''Sen Athena kızı olduğuna göre daha avantajlısın.'' Annabeth elleriyle bir şey yapamam hareketi yaptı. Tabi, bu sırada suyun altına girip çıktı.
''Yeter Percy Jackson, yorgunum ve uyumak istiyorum. Hadi, sen de gidip yatıyorsun. Öğle vakti uyanmanı istemiyorum!'' dedi Annabeth sudan çıkarken.
''Percy hemen sudan çık! Bak üçe kadar sayıyorum!'' Annabeth havuzun kenarında eğilmiş bana bakıyordu. 
''Bir!'' şanslıydım ki sesini duyuyordum.(Poseidon sağolsun.)
''İki!''
''Üç.'' Üçü diyen olarak Annabeth'İ öğme şerefine nail oldum ve bu sözü nasıl söyledim hiç bilmiyorum. Annabeth sırıtarak bir havluya sarılıp terliklerini giydi. Ben de çıkıp tişörtümü giydim. Birlikte odalarımıza çıktık. Odama gittiğimde kendimi hemen yatağıma attım. Belki yatağıma girmemin üzerinden on dakika geçmemişti ki uykuya daldım. Tabi, öğle vakti kalkmamak umuduyla.
Uyandığımda bunu gerçekten beklemiyordum. Hatta imkansızın da imkansızıydı. Fakat... sonuç bu.
''Annabeth?'' dedim kendimi yatağın diğer tarafına çekerken.''Burada ne işin var?!''
Annabeth gözlerini kırpıştırarak açtı. Önce normalmiş gibi bana baktı. Sonra olduğu yeri farkedince hemen geri çekildi. 
''Percy? Ama burası senin odan? Ben, ben niye buradayım? Yoksa...'' Annabeth kıpkırmızı olmuş bir şekilde bana baktı. Başımı hayır anlamında salladım. Annabeth ilk şoku atlattığında derin bir nefes aldı.
''Uyur-gezerlik.'' dedi Annabeth.''Sanırım uyur gezer oldum.'' 
Gülümsedim. Daha önce Annabeth'in uyurgezer olacağı hiç aklıma gelmezdi. Uzanıp dudağına küçük bir öpücük kondurdum. Annabeth gülümseyerek karşılık verdi. Sonra  hızla ayağa kalktı.
''Başka bir yakalanma faciası yaşanmadan ben odama gitsem iyi olacak. Koç Hedge burada olmasa bile Leo'nun diline düşmek istemem. Yemekte görüşürüz.'' dedi Annabeth. Hızla yataktan kalkıp Annabeth'in yanına geldim. Dudağına bir öpücük daha bırakıp(Bakın, ben aşırı aşk yaşayan tiplerden değilim. Annabethle yaptığımız tatil sırasında birkaç minik öpücükten de olamam herhalde?) geri çekildim. Annabeth gülümseyerek elini yanağıma koydu.
''Hala inanamıyorum Percy. Düşünsene, tatil yapıyoruz. Bizi rahatsız edecek tanrılar, ebeveynler ya da İyi Kimseler yok.'' Annabeth uzun süredir canavarlara İyi Kimseler dememişti. Başlarına gelen onca şeyden sonra pek umursamıyordu- ki bu normaldi- Ama belli ki tatilimizin berbat olmasını da istemiyordu. 
''Yemekte görüşürüz.'' dedi Annabeth iyice sırıtarak. Tamam diyerek başımı salladım. Annabeth odalarımızı birbirine bağlayan balkondan odasına geçti. O odasına geçtikten sonra balkon kapısının önünde bulunan beyaz renkli örtüyü kapattım. Annabeth benim kız arkadaşım olabilirdi. Yine de Annabeth'in bile beni iç çamaşırlarımla görmesi hoşuma gitmiyordu.(Bunu Annabeth'e söylemezseniz sevinirim) 
- - -
Üstümü değiştirdikten sonra giriş kata, kahvaltı yapmak için indim. Jason, Hazel, Piper ve Annabeth masayı hazırlarken Leo da muhteşem bir omlet yapıyordu. Üstüne beyaz aşçı şapkasıyla beyaz bir önlük giymişti. Kıvırcık koyu renkli saçları şapkanın altından inatla dışarı çıkıyordu. Benim geldiğimi görünce gülümsedi.
''Sonunda be adamım! Yarım saattir giyinemedin gitti.'' dedi Leo her zamanki espri anlayışıyla.''Neyseki omletime yetiştin! Harika olacak.''
''Günaydın.'' dedi Jason. Bugün üstüne kareli renk bir gömlekle mavi bir pantolon giymişti. Sarı saçları-son yüzyıldır böyleydi herhalde- kısa kesilmiş, düzgünce taranmıştı. Geçen yaz nasılsa hala öyle fit gözüküyordu. Onu kıskanmadan edemedim. Ben bu yaz fazlasıyla abur cubur yemiş, küçük de olsa göbek yapmayı ihmal etmemiştim.
''Günaydın.'' diye cevapladım. Piper sadece gülümsemekle yetindi. O da üstüne turuncu renk askılı bir tişörtle beyaz bir şort giymişti. Kat kat kesilmiş saçlarıyla her zamanki gibi minik örüklerle doluydu. 
Annabeth'e baktım. Annabeth bugün üstüne kırmızı renk, dizlerinin üstüne gelen askılı bir elbise giymişti. Sarı saçlarını açık bırakmış, ona iki sene önce aldığım mercan rengi kolyeyi takmıştı. Dehşet derecede güzel gözüküyordu. Orada bizden başka dört melez olmasına karşın gidip onu öpmek istiyordum. Fakat Annabeth'in bundan her zamanki kadar hoşlanacağını zannetmiyordum.
Hazel ise sessizce tabakları masaya diziyordu. Kıvırcık saçlarını bir tokayla tutturmuş, üstüne de bir kot pantolonla beyaz bir tişört geçirmişti. Bana bakıp sadece gülümsedi. Frank'i özlediği herhalinden belliydi. Fakat yine de bunu belli etmiyordu. Belki de belli edemiyordu.
''Vee sonunda omletimiz hazır! Şef Leo yine hamarat ellerini kullanarak size bir ziyafet çekiyor. Ah kızlar, eğer bu adamlarla evlenecekseniz önce benden ders alsanız iyi olacak. Aç kalmalarını ya da zehirlenmelerini istemem.'' Piper Leo'nun koluna yumruğu geçirdi. Leo neredeyse canım omleti yere düşürüyordu.
''Hey, neredeyse omletim yere düşüyordu!'' diye mızmızlandı Leo.''Bu omleti yapana kadar canım çıktı bir kere.''
''Leo, o omleti yapmak için sadece beş dakikadır uğraşıyorsun.'' diye hatırlattı Jason. Leo umursamaz bir tavırla üstündekileri çıkartıp sandalyesine oturdu. Ben de ilerleyip Annabeth'in yanına, sağ tarafa oturdum. Leo oturduğu yerden herkese omletlerini servis etti. Ardından da kıtlıktan çıkmışcasına(Bu Haliyle Koç Hedge'e benziyordu.) omletini yemeye başladı. Masadakiler bu durumu gülerek karşılasa da ben sadece gülümsemekle yetindim. Leo bu haliyle sadece Koç Hedge'yi değil, bir başka satir arkadaşım olan Kıvırcık'ı da hatırlatıyordu.
- - -
Yemekten sonra Annabeth ile biraz yürüyüş yapmaya karar verdik. Aslında buna Annabeth karar verdi. Ben de göbeğimi eritme fırsatını ve baş başa yürüyüşü kaçırmamaya karar verdim.
Bir dağ başında olmamıza rağmen düzgün bir patika bulduğumuza şanslıydık. Bir tarafımız uçuruma bakıyordu, diğer tarafımızsa dağın kalan tarafına. Aklı başında olan kimse bu eve gelip oturmazdı. Bir kere gece uyuduğunda evinizi basmak isteyen bir sürü vahşi hayvan vardı- üç yıl önceki yaban domuzuyla olan anılarımız pek de iyi sayılmazdı.) 
Annabeth elimi bırakıp adeta uçar adım uçurumun kenarına gitti. Ben de peşinden gittim. Annabeth muhteşem bir sırıtışla bir bana bir de uçurumun aşağısındaki denize bakıyordu. Onu neyin  bu kadar mutlu ettiğini anlayamıyordum.
''Deniz ne kadar da güzel.'' dedi Annabeth.''Belki bir gün yamaç dalışı yaparız?''
Tamam, işte bu cidden Annabeth'in diyeceği şeylerden biri değildi.
Annabeth, onu ilk gördüğüm günden beri en akıllı ve en güvenli yolları seçmişti. Tamam, sonuna kadar cesur ve yürekli bir kız olsa da daha önce ondan böyle delice bir şey duyduğumu hatırlamıyordum.
''Percy, iyi misin sen?'' diye sordu Annabeth. 
''İyiyim.'' dedim iyi görünmeye çalışarak. Fakat Annabeth'in giydiği elbise, bu garip fikirleri, ciddi anlamda hoşuma gitmemeye başlamıştı.
''Şey, eve gitsek mi acaba? Hava soğuk. Ayrıca dolaptaki balıkların buzları çözülmeli. Öğle yemeği için.'' dedi Annabeth. Zoraki bir şekilde gülümsedim.
''Tabi.''
Bu işte kesin bir terslik vardı. Annabeth balık yemezdi. Yese bile benim yanımda yemezdi. Deniz tanrısının oğlu olarak deniz mamülleri yemediğimi bilirdi. İçimi bir korku saldı. 
Eidolonlar.
Ertesi gün evde bir telaş vardı; Herkes ya Annabeth'ten kaçıyordu, ya da eidolonlara karşı ne tür bir önlem alabiliriz diye araştırma yapmakla meşguldü. Ben Annabeth'ten kaçanlardandım. Onu ele geçiren eidolonu düşündükçe Annabeth'in boğazına yapışmak istiyordum-çünkü ben onu Annabeth'ten çok bir eidolon olarak görmeye başlamıştım.  Sadece Piper'ın emrini bekliyordum. O hazırım dediğinde Annabeth'i yakalayıp bir sandalyeye oturtacak ve bu eidolon saçmalığına son verecektim. 
Tabi, Piper'ın bu kararı biraz çabuk vermesi gerekiyordu. Fakat bu kararı çabuk verecekmiş gibi bir havası yoktu, hele ki durumu onlara anlattığımdaki ifadesinden sonra.
''Şaka mı yapıyorsun? Piper onlara yemin ettirtmişti. Bu mümkün değil!'' dedi Leo endişeyle,  her zamanki gibi elinde bir vidayla oynuyordu. 
''Dünyada sadece üç eidolon yok Leo. Bütün insanların kötü taraflı ruhlarına eidolon dendiğini bir düşünsene?''
''Benim eidolonum neye benziyor?'' diye sordu Leo.
''Sen bir eidolona sahip olamayacak kadar iyi kalplisin, üzgünüm Leo.'' dedi Piper.
''Ateşli yaratık Leo tarafıma hakaret ediyorsun Pipes.'' dedi Leo, hiç istifini bozmuyordu.
''Bana Pipes deme.''
''Tamaam.''
''Bundan emin misin?'' diye sordu Jason. 
''Annabeth  bana uçurumdan atlamak istediğini söyledi. Sizce?''
''İnanamıyorum.'' dedi Piper.
''Yüzde yüz eidolon.''
''Hadi yapalım?'' dedi Leo. Herkes Leo'ya bakarken Leo elindeki mini helikopteri uçurdu. Hazel ise hala sessizdi. Frank'in durumuna bu kadar üzülmesini anlayamıyordum. Sonuçta o iyiydi. En önemlisi bu değil miydi?
''Ama önce onunla konuşmak istiyorum. Hazel de gelsin. Kız kıza hani.'' 
Kimse buna itiraz etmedi. Piper'ın bu işi en acısız şekilde bitirmeye çalıştığını biliyorduk. Hazel da isteksizce Piper'ı takip etti. Piper bir an bize öyle bir baktı ki bunu yapmamasını söyleyecektim. Sonra zoraki bir şekilde gülümseyerek salonda film izleyen Annabeth'in yanına indiler. Bize de bundan sonrası olarak beklemek kaldı. 
''Bu eidolonlarladan nefret ediyorum. Gaia uykuya daldıktan sonra bir daha gelemeyeceklerdi. Sadece...'' Jason gözlerini kocaman açtı.''Gaia uyanışa geçtiyse gelebilirler.''
Gaia, en azılı düşmanımız, eğer uyanışa geçtiyse...
Bu yeni bir savaş demekti.
''Aman tanrılarım.'' diye mırıldandım.''Bu mümkün mü?''
''İşin aslına bakarsan,'' dedi.''Fazlasıyla.''
Biliyorum, biliyorum. Abartılmış, olmayan bir şey gibi geliyor fakat öyle değil işte. Eğer bir melezseniz her şeye hazırlıklı olmalısınız. En kötü ihtimale de, en iyi ihtimale de. Melezliğin kurallarına dair bir kitap olsaydı, bu madde olarak eklenirdi. Bazen çok önemli bir olayı gözardı etmek, hayatınıza m[a]l olabiliyordu. 
Kısacası, ölmek istemiyorsanız birazcık daha dikkatli olmanız gerektiğiydi.
Dediğim gibi, Annabeth'ten kaçıyordum. Ama -her ne kadar büyük bir ev olsa da- bir evde kaçmak zordu. Ben de evin ihtiyaçlarını bahane edip dışarı çıkmaya niyetlendim fakat Annabeth bunu yemedi. Dışarı çıkayım dedim, benimle gelmek istedi. Ben de o beni bulmadan kendimi üç metrelik havuza attım. Ve uzun süre de orada durdum. Ta ki birisi kafama sopayla vurana kadar.
Suyun yüzeyine çıktığımda kendime daha iyi bir saklanma alanı bulmam gerektiğini fark ettim. Çünkü Annabeth muhteşem bir gülümsemeyle, eski giyim tarzından eser kalmamış bir şekilde bana bakıyordu. Belki de o sırada eidolon onu ele geçirmemişti, kim bilir?
''Annabeth?'' dedim kekeleyerek. Annabeth gülümseyerek sopayı şezlonglardan birinin kenarına dayadı.
''Athena iç güdülerim benden kaçtığını söylüyor, Yosun Kafa. Ve ben de buna inanmaya başladım. Doğru mu?'' dedi Annabeth, hala gülümsüyordu fakat ciddi bir ifadesi vardı.
Yutkundum.
''Şey-Annabeth, açıklayabil-'' Annabeth yüksek sesle güldü. 
''Sadece şaka yapıyordum Yosun Kafa. Yemek için çağırdım seni.'' Öyle rahatlamıştım ki birkaç saniyeliğine suyun altına girip güldüm. Sonra kenarlardan tutunup havuzdan çıktım. Annabeth gülümseyerek yanıma geldi, kollarını bana doladı.
''Dünyada havuza girip ıslanmayan tek erkek arkadaş sensin,'' diye fısıldadı. Güldüm.
''Poseidon ve Medusa havuza girdiyse durum pek de farklı olmaz, Annabeth.'' dedim. Annabeth huzursuzca mırıldandı ama itiraz etmedi. Birkaç dakika boyunca öylece kaldık. Sonra Annabeth geriye çekildi. Gülümsüyordu.
''Havuzdan çıkıp üstünü değiştirme ihtiyacı duymuyorsun, ne şans ama.'' 
''İstersen bir dahaki sefere seni de kuru tutabilirim.'' dedim gülümseyerek. ''Sadece benimle teması kesmemen gerek, kesersen anında sırılsıklam olursun.''
''O zaman biraz kas gücü kullanacaksın, Yosun Kafa.'' dedi Annabeth.
''Hımm,'' dedim düşünceli düşünceli.''Sanırım seni suda tek kolumla bile taşıyabilirim.'' 
Annabeth koluma bir dirsek attı, yalandan ''Ah!'ladım . Annabeth önden giderken hem derin bir oh çektim, hem de gülümsemeden edemedim. Annabeth'i dünkü faciadan sonra kendi halinden görmek gerçekten çok güzeldi. Hatta muhteşemdi. 
Üst kata, yemek masasının yanına geldiğimizde masada bir gerginlik vardı. Herkes Annabeth'e kaçamak bakışlar atıyor, bir yandan da normal davranmaya çalışıyordu. Rol yapmadaki yeteneği gayet ortada olan Leo bile Annabeth'e ters ter bakmadan duramıyordu. 
''Yardım edebileceğimiz bir şey var mı?'' diye sordu Annabeth masaya göz gezdirirken.
''Hayır!'' dedi Leo ve Hazel aynı anda. Hazel Leo'ya ters bir bakış attıktan sonra ''Her şey hazır.'' dedi. 
''Neler oluyor?'' diye sordu Annabeth hafifçe gülümseyerek.''Bir sorun mu var? Gergin gözüküyorsunuz?''
''Sen onlara aldırma,'' dedi Jason, o da gerginliğini saklayamıyordu.''Ufak bir tartışma yaşamışlar. Yarına barışırlar.''
''Yaa,'' dedi Piper zoraki bir gülümsemeyle.''Yarın, evet, yarın olur.''
Az önce ağzıma attığım kurabiye boğazımda kaldı ve bir öksürük krizine girdim. Annabeth aceleyle elime suyu tutuştururken sırtıma vurmayı ihmal etmedi. 
''İyi misin?'' dedi telaşla.''Ah, nefes alamadın zannettim!''
''Alamadım zaten,'' dedim suyu kafama diktikten sonra. Annabeth yanıma otururken Piper bana 'fazlasıyla' endişeli bir bakış attı. Ve yemeği yiyip erkenden odama gittim. Şansıma kimse ne soru sordu, ne de beni engellemeye çalıştı. Yarın Annabeth'in yalvarışları ve çığlıklarıyla dolu bir gün olacaktı. O nasıl dayanmıştı bilmiyordum ama benim dayanamayacağım kesindi. Belki de ben yokken yapmaları gerekiyordu. 
Ve sonra, uyudum.
Tekrar gözlerimi açtığımda bir sürü çığlık sesi vardı. Sanki birisi evin altına tekerlek geçirmiş de evi sağa sola iteliyor gibiydi. Aceleyle yatağımdan fırlayıp aşağı indim. Kapı açıktı. Tam karşıda, uçurumun kenarında küçücük noktalar gibi görünen arkadaşlarımı gördüm. Gecenin bir yarısı niye çığlık atarak dışarı fırlamışlardı ki?
''Annabeth.''
Onlara doğru koşmaya başladım. Sanki zaman yavaşlamıştı ve ben ağır çekimde yürüyormuşum gibiydi. Sonunda oraya vardığımda Piper ağlıyordu, Hazel bağırıyordu ve Leo'yla Jason ne yapacaklarını şaşırmış bir haldeydi.
''Ne oldu?!'' diye sordum telaşla.
''Annabeth,'' dedi Piper hıçkırıyordu, ve yanıma koştu.''Uçurumdan aşağı atladı!''
Ne ara uçurumdan aşağı atladığımı veya bütün balıkları alarma geçirdiğimi net olarak hatırlayamayıyorum. Ama net olarak hatırladığım bir şey varsa Annaneth'in yüzünde gördüğüm o ifadeden sonra gerçekten korktuğumdur. Ellerimin titrediğini bile çok sonra fark ettim.
''Annabeth!'' diye bağırdım, o sırada kayalıklara doğru sürüklenen Annabeth'e.
''Percy? Neredesin? Percy!'' Annabeth bana sesleniyordu fakat bana doğru bakmıyordu. Önüne, kayalıkların ucuna bakıyordu.
''Annabeth! Buradayım, sesime doğru gel!'' 
İşte o zaman, Annabeth'in aslında benim sesime gelemeyeceğini fark ettim. O kayalıklarda beni arıyordu.
Annabeth'i belinden yakalayıp kayalıklardan uzaklaştırdım. Annabeth debelenip duruyor, zaten zor olan işimi iyice zorlaştırıyordu. Onu sudan çıkartıp bir kayanın üstüne oturttum. Gri gözleri daha önce hiç görmediği kadar boş bakıyordu; Sanki bana, Yosun Kafa sına bakmıyor gibi. İçimi bir korku sardı. Annabeth'i kollarından tutup sarsmaya başladım.
''Annabeth? Annabeth, iyi misin? Benim Percy, Yosun Kafa'n. Beni hatırlıyorsun, değil mi?''
Annabeth ürkekçe bana baktı. Heyecandan kalp atışlarım hızlanmış, yerleşmeye başlamıştım. Ya beni unutmuşsa? O zaman ne yapacaktı ben?
Sonunda Annabeth ''Percy,'' diye mırıldandı. Hemen ardından da ağlamaya başladı. Onu sımsıkı sarıp sarmaladım. Yaşıyordu, sağlıklıydı ve beni hatırlıyordu. Mutlu olmak için çok nedenim vardı.
Ben ıslanmadığım için onun ıslaklığı da beni ıslatmıyordu(Ne cümle ama!) Bu yüzden Annabeth'e geçici bir sıcak su torbası olmuştum. Annabeth eskisi kadar titremiyordu fakat yine de yüzü bembeyazdı ve teni buz gibiydi.
Birkaç dakikanın sonunda Jason yanımızda belirdi. Muhtemelen o kadar süre gelmediğimizden bizi merak etmişlerdi. Annabeth'e destek olarak ayağa kalkmasına yardım ettim. Onu Jason'a uzattım, Jason onu belinden tutup havalandı. Ben tekrar suya girdim. 
Yukarı, diye mırıldandım. Su, büyük bir güçle beni metrelerce havaya, uçurumun tepesine fırlattı. Yere yumuşak bir iniş yaptığımda neredeyse herkesin gözü üstümdeydi. Ama ben hiçbirine bakmadım. Direk Annabeth ve Jason'ın yanına gittim. Jason'a teşekkür ettikten sonra Annabeth'i kucakladım ve eve götürdüm. Annabeth bu sırada hiç ses çıkarmadı. Tek yaptığı kucağımdayken gri gözlerini bana dikmek oldu, onun dışında hareket bile etmedi.
Onu yumuşacık yatağına bıraktım. Islak saçlarını yana doğru sarkıttım. Üstüne bir örtü sermeye niyetlendim fakat Annabeth eliyle itiraz etti. Yavaşça yatağından doğruldu. Gri gözlerini bana kenetledi.
''Sanırım duş alsam iyi olacak.'' Annabeth ayağa kalktı ve banyoya yöneldi. Tam kapıyı açıyordu ki arkasından seslendim.
''Annabeth, neden uçurumdan aşağı atladın?'' diye sordum titrek bir sesle. Annabeth başını çevirip bana baktı.
''Ben...'' Annabeth duraksadı. Gri gözleri endişeyle yerdeki parkeyi inceliyordu.''S-senin orada olduğunu sanıyordum.''
''Benim mi?''
Annabeth yavaşça başını salladı.''Evet.''
''İyi de neden? Neden uçurumdan aşağı atlayayım ki?'' diye sordum şaşkın şaşkın.
''Ben-ben bilmiyorum. Şimdi duş alacağım. Sonra konuşalım.'' Ve başka bir şey söylemeden banyoya girip kapıyı arkasından kapattı. 
Hızlı adımlarla merdivenlerden aşağı indim. Takımın geri kalanı orada duruyordu.
''Bu işi bugün bitireceğiz. Annabeth, Annabeth gibi değil.'' 
''Eidolon,'' dedi Piper burnunu çekerek.''Bunu Annabeth'e o mu yaptırdı?''
''Bilmiyorum,'' dedim hafif asabi bir tavırla.''Tek bildiğim, bu işin bugün bitmesi gerektiği.''
- - -
Annabeth banyodan çıkıp üstüne bir şey giydiğinde şaşkın şaşkın yanıma geldi. Giydiği kıyafetlere mi şaşırmıştı ki?
''Seninle bir şey konuşmalıyım.'' dedim gayet ciddi bir ifadeyle. Sorarcasına baktı.
''Annabeth, bunun garip olduğunu biliyorum. Ama bunu Leo da yaşamıştı, Piper düzeltebilir.''
''N-neyden söz ediyorsun?'' diye sordu Annabeth.
''İçinde bir eidolon var Annabeth. Ve onu çıkartmamız gerek.'' 
Annabeth bir şey söylemedi. Sadece başını tamam anlamında salladı ve ayağa kalktı.''İçimde bir eidolon yok.''
''Annabeth, her şeyi hatırlayabiliyor musun? Kesik anılar, yaptığın gariplikler. Anlamıyor m- Sen Annabeth değilsin. Eidolon.''
''Ben. Bir. Eidolon. Değilim.'' dedi Annabeth.
''Niye uçurumdan atladın o zaman?!'' diye sordum yüksek sesle.
''Çünkü-'' diye karşılık verecek oldu ama duraksadı. Sonra derin bir nefes aldı.''Senin için atladım. Sana bir şey olduğunu zannettim!''
''Suda mı?'' diye sordum şaşkınca. Annabeth kaşlarını çattı. Daha doğrusu eidolon.
''Hiçbir yere gitmiyorsun seni pis eidolon!'' diye bağırarak Annabeth'i kollarından yakalayıp tuttum.
''Bırak beni!'' diye bağırdı.
''Kız arkadaşımın bedeninden çıkacaksın!'' Kısa bir debeleşmenin sonunda onu kucaklayıp merdivenlerden aşağı indim. Diğerleri zaten bizi bekliyorlardı. Annabeth/eidolonu sandalyeye oturttum. Piper da karşısına oturdu.
''Bitir şu işi.'' dedim.  Piper tamam diye başını sallarken derin bir nefes aldım. Kız arkadaşımın içinde aptal ruh bozuntusu önce onu uçurumdan aşağı atıyor, sonraysa Annabeth'in asla yapmayacağı şeyler yaptırıyordu. Sinirlerim bozulmuştu.
''Eidolon, göster kendini.'' dedi Piper. Annabeth öylece baktı, bir şey olmadı. Piper yineledi.
''Eidolon, göster kendini.''
Gene bir şey olmadı.
''Buradaki eidolonlar ellerini kaldırsın?''
Gene bir şey olmadı.
''Söylemiştim,'' dedi Annabeth.''Ben bir eidolon değilim.''
''O zaman neden böyle davranıyorsun?'' diye bağırdım.
''Çünkü ben Annabeth değilim!'' diye bağırdı.''Ben bir deniz ruhuyum. Adım Marissa. Annabeth'in bedenindeki yolcuyum.''
''B-bir dakika,'' dedi Leo. ''Annabeth'in içinde cidden bir peri mi var?''
Ne diyeceğimi bilemedim. Yarım saat önce karşımda bana bağıran Annabeth'in bedeni, Marissa denen bir perinin ruhu vardı. Ve bana bunu yapan babamın ta kendisiydi. Şefkatine, sevgisine en çok inandığım Olimpos tanrısı, Poseidon.
Kader, bana daha kötü bir kazık atamazdı.
''Percy...'' Piper'ın sesi titriyordu. Gözlerinin dolduğunu anlamak için ona bakmama gerek yoktu. ''Bu... onu etkileyemez miyim? Bir çaresi yok mu?''
Derin bir nefes aldım. Ne yaptığımı, ne hissettiğimi bilmiyordum. Belki de şok yüzündendi, bilmiyorum. Ama o an kendimi öldürmüyor olmam normal değildi.
Annabeth gitmişti. Gitmişti. Artık onun ruhu yoktu. O yoktu. Yoktu işte. Yoktu.
''Gi-gitmeliyim.'' diye fısıldadım, beni duyup duymadıklarından emin değildim. Arkamı dönüp hızla ayakkabılarımı giydim ve kendimi dışarı attım. Arkamdan Jason'ın seslendiğini duydum yarımyamalak ama dönmedim.
Olamazdı. Bu olamazdı. Onu kaybedemezdim. Bunu kaldıramazdım.
O benim her şeyimdi.
Ben onsuz... yapamazdım ki. 
O lanet uçurumun kenarına geldiğimde histerik bir kahkaha attım. Her şey burada mı başlamıştı? Bu aptal uçurumda mı ? Gözyaşlarım yüzümü ıslatırken dizlerimin üstüne çöktüm. Öfkeyle dalgalarını kıyıya vuran denize, benliğime baktım titrememi engelleyemeden.
''Bana bunu nasıl yaparsın?" Sesim bir fısıltıdan farksızdı. Kalbim acıyordu. Bedenim rüzgarın etkisiyle buz tutmuştu ama içim cehennem ateşinde kavruluyordu. Bunun adı neydi? Öfke, acı, özlem? Ya da ihanet mi? 
"O...Onu benden nasıl alabildin!'' Sesimin çıktığı kadar bağırıyordum bu sefer. Babamı bulup bunun bir şaka olduğunu söylemesini istiyordum. Bir şaka olduğunu, Annabeth'in sadece kültür amaçlı bir geziye çıktığını. Daha sonra gelip beni öpmesinde özür dilemesini.
Gerçek niye bu kadar gerçekti? 
On iki yaşımdan beri her gün yanımda olan bir tek o vardı; salyalarım akarken, ben milyonlarca aptallık yaparken ya da savaşlarda. O benim savaşırken sırtımı dayadığım direkti, güven ve güç kaynağım.
''Bana bunu yapamazsın! Lanet olsun baba, onu benden alamazsın... O... o olmaz. Olmaz...'' Bedenim zangır zangır titrerken kollarımı kendime doladım. O an sanki on iki yaşındaki Percy'ydim ben, içten içe babası gelip onları kurtarmadığı için kızan Percy. 
Iyi bir benzetmeydi aslında bu. Ikisinde de babama kızgındım. Tek farkla: Bu seferi öfkem, nefrete bulanmıştı. 
İşte o gün, babamdan nefret ettim. Kronos'tan, lanet olası Gaia'dan hatta Ares'tem bile daha çok. Onların kötüydü, benim babam değil. O iyi olmasına rağmen kötüyü seçmişti. Ve bunu herhangi biri için değil, benim için. Kendi, öz oğlu için. 
"Senden nefret ediyorum baba," dedim ve sesimi iyice yükselttim. "Senden nefret ediyorum baba!"
Dalgalara seslendim ayağa kalkarken. Dalgalar emrime itaat edip metrelerde havaya yükseldiğinde öfkeyle bağırdım. Tonlarca su bir tsunami edasıyla denize yayılırken ben tekrardan dizlerimin üstüne çöktüm. Vücudumdaki öfke ve güç çekilip gözlerim kapanırken tek bir dileğim vardı: Beni de onun yanına alın.
Peri ruhu.
Bir Peri ruhu, bedensiz ait olduğu elementten ayrılamaz. Bunun için birçok peri ruhu, yüzyıllar öncesinde birçok insanı öldürüp bedenlerini ele geçirmişti. Bir anda binlerce insanın bedeni ele geçirildiğinde tanrılar duruma el atmış ve onların insanların bedenlerine geçmelerine izin verilmemişti. Ufak istisnalar dışında: Eğer tanrılar izin vermezse. (Bu tamamen yazarın kurgusudur, mitolojide böyle bir şey olup olmadığı hakkında hiçbir fikri yok.)
''Yalan söylüyorsun.'' dedim hemen. ''Bizi kandırmaya çalışma. Piper, büyükonuşu doğru yaptığına emin misin?''
Piper şaşkın şaşkın bir Annabeth'e, bir bana baktı. ''Bi-bilmiyorum.''
''O zaman tekrar dene.'' Annabeth/ Eidolonu kolundan tutup sandalyeye oturttum. Gri gözleri öfke ve şaşkınlıkla bana baktığında bakışlarımı Piper'a çevirdim. Başıyla onaylayıp sandalyeye yaklaştı ve gözlerini Annabeth'inkilerle birleştirdi.
''Eidolon,'' dedi, sesi titiriyordu.''Hemen arkadaşımın bedeninden çık, beni anlıyor musun?''
Cevap vermedi.
''Sana çık dedim.'' dedi Piper her kelimenin üstüne vurgu yaparak. Ama yine bir şey olmadı.
''Sana söylemiştim.'' dedi. ''Ben ne bir eidolonum ne de Annabeth.''
Başımı iki yana salladım. ''Bu mümkün değil. Yalan söylüyorsun.''
''Söylemiyorum.''
''Percy,'' Jason elimi omzuna koyup açık mavi gözlerini benimkilere kenetledi. ''Bu...''
Yumruklarımı sıktım. ''Hayır, hayır, tabii ki çıkacak. Annabeth geri dönecek. Geri gelecek.''
''Bir kere bir peri bedenini ele geçirirse...'' diye sözüne başladı Jason ama devam ettiremedi. ''Ben...''
'B-bir dakika,'' dedi Leo. ''Annabeth'in içinde cidden bir peri mi var?''
Ne diyeceğimi bilemedim. Yarım saat önce karşımda bana bağıran Annabeth'in bedeni, Marissa denen bir perinin ruhu vardı. Ve bana bunu yapan babamın ta kendisiydi. Şefkatine, sevgisine en çok inandığım Olimpos tanrısı, Poseidon.
Kader, bana daha kötü bir kazık atamazdı.
''Percy...'' Piper'ın sesi titriyordu. Gözlerinin dolduğunu anlamak için ona bakmama gerek yoktu. ''Bu... onu etkileyemez miyim? Bir çaresi yok mu?''
Derin bir nefes aldım. Ne yaptığımı, ne hissettiğimi bilmiyordum. Belki de şok yüzündendi, bilmiyorum. Ama o an kendimi öldürmüyor olmam normal değildi.
Annabeth gitmişti. Gitmişti. Artık onun ruhu yoktu. O yoktu. Yoktu işte. Yoktu.
''Gi-gitmeliyim.'' diye fısıldadım, beni duyup duymadıklarından emin değildim. Arkamı dönüp hızla ayakkabılarımı giydim ve kendimi dışarı attım. Arkamdan Jason'ın seslendiğini duydum yarımyamalak ama dönmedim.
Olamazdı. Bu olamazdı. Onu kaybedemezdim. Bunu kaldıramazdım.
O benim her şeyimdi.
Ben onsuz... yapamazdım ki.
O lanet uçurumun kenarına geldiğimde histerik bir kahkaha attım. Her şey burada mı başlamıştı? Bu aptal uçurumda mı ? Gözyaşlarım yüzümü ıslatırken dizlerimin üstüne çöktüm. Öfkeyle dalgalarını kıyıya vuran denize, benliğime baktım titrememi engelleyemeden.
''Bana bunu nasıl yaparsın?" Sesim bir fısıltıdan farksızdı. Kalbim acıyordu. Bedenim rüzgarın etkisiyle buz tutmuştu ama içim cehennem ateşinde kavruluyordu. Bunun adı neydi? Öfke, acı, özlem? Ya da ihanet mi?
"O...Onu benden nasıl alabildin!'' Sesimin çıktığı kadar bağırıyordum bu sefer. Babamı bulup bunun bir şaka olduğunu söylemesini istiyordum. Bir şaka olduğunu, Annabeth'in sadece kültür amaçlı bir geziye çıktığını. Daha sonra gelip beni öpmesinde özür dilemesini.
Gerçek niye bu kadar gerçekti?
On iki yaşımdan beri her gün yanımda olan bir tek o vardı; salyalarım akarken, ben milyonlarca aptallık yaparken ya da savaşlarda. O benim savaşırken sırtımı dayadığım direkti, güven ve güç kaynağım.
''Bana bunu yapamazsın! Lanet olsun baba, onu benden alamazsın... O... o olmaz. Olmaz...'' Bedenim zangır zangır titrerken kollarımı kendime doladım. O an sanki on iki yaşındaki Percy'ydim ben, içten içe babası gelip onları kurtarmadığı için kızan Percy. 
Iyi bir benzetmeydi aslında bu. Ikisinde de babama kızgındım. Tek farkla: Bu seferi öfkem, nefrete bulanmıştı.
İşte o gün, babamdan nefret ettim. Kronos'tan, lanet olası Gaia'dan hatta Ares'tem bile daha çok. Onların kötüydü, benim babam değil. O iyi olmasına rağmen kötüyü seçmişti. Ve bunu herhangi biri için değil, benim için. Kendi, öz oğlu için.
"Senden nefret ediyorum baba," dedim ve sesimi iyice yükselttim. "Senden nefret ediyorum baba!"
Dalgalara seslendim ayağa kalkarken. Dalgalar emrime itaat edip metrelerde havaya yükseldiğinde öfkeyle bağırdım. Tonlarca su bir tsunami edasıyla denize yayılırken ben tekrardan dizlerimin üstüne çöktüm. Vücudumdaki öfke ve güç çekilip gözlerim kapanırken tek bir dileğim vardı: Beni de onun yanına alın.
***
Gözlerimi açtığımda odamdaydım. Üstümden bir tır geçmiş gibi yorgun ve halsizdim. Buraya nasıl, kim tarafından getirildiğimi hatırlamıyordum. En son uçurumun kenarındaydım. Ve şey yapıyordum...Vücuduma bir elektrik dalgasının yayıldığını hissettim. Annabeth.
Başımı iki yana salladım. Bir tür kabus olmalıydı bu, gece üstüm açık yattığım için gördüğüm aptal bir rüya. Yattığım yerden doğrulduğumda, yorganı üstüme örtmediğimi görünce istemsizce sırıttım. Hepsi tam da düşündüğüm gibi bir kabustu sadece, Annabeth karşı odada mışıl mışıl uyuyordu.
Yerimden doğrulduğumda belimde keskin bir ağrı hissettim. Üstüme örtmediğime homurdana homurdana kapıya ulaştım. Kapı kolunu çevirip odamdan dışarı çıktığımda Annabeth'in odasının kapısının açık olduğu gördüm. Saat daha çok erken olmalıydı, hava karanlıktı.
Bu saatte nerede olabilirdi ki? İçime düşen kurtu kışkışlayıp derin bir nefes aldım. Annabeth'i orada görmediğimde kafayı yemememi tembihledim kendime; ya aşağıda olacaktı su içmek için, ya da salonda olacaktı televizyon izlemek için. Bunun başka çıkar yolu yoktu.
Aferin, dedi iç sesim. Sonunda kafan bastı.
Yavaşça içeri girdiğimde önce karanlıktan hiçbir şey göremedim. Gözüm birkaç saniye sonra karanlığa alıştığında yatağında yatan Annabeth'i gördüm. Başı sağ kolunun üstündeydi, kıvırcık saçları kısmen yüzünü kapatmıştı; diğer koluyla da yorganı sımsıkı sarmıştı. 
Yaşıyordu. İyiydi. Sadece uyuyordu. Mutlu olmak için başka ne nedenine ihtiyacım olabilirdi ki? 
Yüzüne örten saçlarını kenara itme isteğimi geriye ittim ve rahatlamış bir şekilde odanın içinde ilerledim. Annabeth'in yatağının karşısındaki koltuğa oturmayı hedeflemiştim fakat koltuğun yakınına bile gelememiştim ki ayağım masanın kenarına çarptı. Ve ne yazık ki tam da serçe parmağıma denk gelmişti.
Of, işte bu olmadı.
''Of, of, of!'' Seke seke odada turlarken Annabeth çıkardığım seslere uyanmış, yattığı yerden doğrulmuştu. Beni gördüğünde kıstığı gözleri büyüdü.
''Percy?''
''Ah-selam.'' diyebildiğim tuttuğum ayağımı bırakırken. ''Ben de tam şey yapıyordum-şey...''
Annabeth uzanıp yan tarafındaki komidinden lambayı yakıp yüzüme baktı. ''Bir sorun mu var Percy?''
Yutkundum. Ne diyecektim? 
''Ben bir kabus gördüm, sonra da şey yapıyordum-'' 
Kabus mu? Cidden mi? 
''Kabus mu gördün?'' Sesi Annabeth eliyle ağzını kapattı önce. Fakat sonra kendini tutamayıp gülmeye başladı. 
''Hayır!'' dedim aniden. ''Kabus değil. Ben aslında ne yapmak için-Ya gülmesene!''
''Özür dilerim,'' dedi Annabeth, bir yandandan da gülmesini engellemeye çalışıyordu. ''Kabus görmene gülmüyorum tabii ki. Sadece az önceki halin çok tatlıydı.'' 
Yüzümü buruşturdum. ''Bana boşuna Yosun Kafa demediğin belli.'' 
Bana kırgın bir ifadeyle baktı. ''Percy, sadece çok tatlı olduğun için güldüm. Hem hepimiz kabus görüyoruz. Uçan bir at görüp korkmadığına eminim. ''
''Değildi, gidiyordum zaten ben.'' diye homurdandım. Annabeth gülümseyip dizlerinin üstüne doğruldu. Bir elini omzuma koyup yanağıma minik bir öpücük koydu.
''Yanıma gelmek istersin diye düşünmüştüm ama ben?'' Annabeth bana gülümseyerek baktığında iç çektim. 
''Sanırım bunu düşüneceğim,'' Annabeth koluma bir dirsek attığında gülmeye başladım. O da bana katıldığı sırada alttan bir vurma sesi geldi. Annabeth eliyle susmamı işaret etti ve eliyle beni yanına çekti.(Yazar uyarıyor, fesatlaşmayınız!) Annabeth yorganı çekip yana kaydığında ben de yanına yerleştim. Annabeth yorganı üstümüze çektiğinde sırıtmadan edemedim.
Az önce birazcık rezil olmuş olabilirdim, Annabeth bana gülmüş de olabilirdi. Ama sonuçta onun yanına bilet almıştım, değil mi? Sırıtmaya devam ederken kolumu Annabeth'in beline sardım. Kalbim normalden çok daha hızlı atıyordu ve ne yazık ki o anda uyumak benim için mümkün değildi. Ama Annabeth uyumamı söylediğinde başka çarem kalmamıştı. 
Gözlerimi kapatıp Annabeth'in kokusunu içime çeke çeke uyumaya çalıştım. Ama bu sefer başka bir ses buna izin vermedi. Ve bu sesin, Annabeth'in sesi olmadığına adım kadar emindim.
İnce, zarif bir kadına aitti bu ses ve tek bir cümle söylemişti: Bu sadece bir uyarıydı Percy.
Share:
Read More